Acıyan, Acıya mı Uğrar?

Allah’ın “Rahman” ve “Rahim” isimleriyle ifade edilen Rahmet ve merhamet, ilahi bir sıfat olarak kâinatı kaplamıştır ve her varlıkta olduğu gibi, her insanda da değişik tecellileri vardır ve olmalıdır da. Rahman ve Rahim isimlerini dilimize tercüme ettiğimiz zaman “acıma” duygusu da işte bu iki kelimeden doğmaktadır. İnsandaki acıma duygusu ve buna bağlı olarak ortaya çıkan kol kanat germe, himaye etme, sahip çıkma gibi anlamları da yükleyen rahmet ve merhamet duygularının kaynağı da işte bu kavramlardır. Acıma duygusu olmayan da rahmet ve merhamet de olmaz ve dolayısıyla bundan yoksun olanın insanlıkla da ilgisi yoktur. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de yüzlerce ayet ve rahmet peygamberi olan Resul-i Ekrem Efendimizin buyurduğu bir sürü hadis-i şerif, Allah’ın rahmet ve merhametini anlatır ve insanların da bu ilahi sıfatla muttasıf olmasını, Allah ahlakı ile ahlaklanmasını ister. Hayvanlarda bile mevcut olan bu duygudan yoksun olanların vicdanları taşlanmış, kalpleri katılaşıp taşlaşmış ve kasvet bağlamıştır. Bu nedenle de insanlıklarını ve dolayısıyla da acıma duygularını kaybetmişlerdir.


Müslim’deki bir hadis-i şerifte; “Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah, arz ve semayı yarattığı gün, yüz rahmet yarattı. Her bir rahmet göklerle yer arasını dolduracak kadardır. Ondan yeryüzüne tek bir rahmet indirmiştir. İşte anne, yavrusuna bununla şefkat eder. Vahşi hayvanlar ve kuşlar birbirlerine bununla merhamet ederler. Kıyamet günü geldiği vakit Allah, rahmetine bunu da ilâve ederek (tekrar yüze) tamamlayacaktır.”[1]

İnsana verilen her şey hakkıyla korunması gereken bir emanettir. Dolayısıyla da rahmet ve merhametten de sorguya çekileceğimiz muhakkaktır yani kesindir. Bunun için de insan veya hayvan veya sair mahlûkata rahmet ve merhamet etmekten ya da dilimize çevrilmiş şekliyle acıyıp kol kanat germekten geri durmamak lazımdır.

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v) bir gün, Hasan İbni Ali (r.a)’yi öpmüş idi. Bu sırada yanında bulunan Akra İbni Hâbis, (sanki bunu tuhaf karşıladı ve):

“Benim on tane çocuğum var. Fakat onlardan hiçbirini öpmedim” dedi. Resûlullah (s.a.v) ona bakıp: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyurdu.”[2]

Başka bir rivayete göre hadisin devamında ise “Resûlullah (s.a.v) şunu da söyledi: “Allah sizin kalbinizden merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?” cümlesi vardır.”[3]

Kuran-ı Kerim’de birçok kere (ki, sayabildiğim kadarıyla en az 241 ayette), dilimizdeki karşılığı “acımak” olan rahmet ve merhametten bahsedilir. Özellikle vurgulandığı gibi; “Allah müminlere karşı rahîmdir (acıyandır).” (Ahzâb 43). Bu konudaki rehberimiz ve önderimiz olan Rasülullah (s.a.v) de Müminlere karşı çok şefkatli ve merhametli idi:

“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128)

Allah’ın isim ve sıfatlarının bir kısmının kullarda tezahür ve tecellisine (görünmesine), “Allah ahlakı ile ahlaklanmak” denir. Bu ise hem Kur’an-ı Kerim ve hem de hadis-i şeriflerle yapılan telkinlere göre müminler üzerine vacip olan yani mutlaka gerekli olan bir husustur. Kimse kalkıp da bunun aksine bir şey söyleyemez. Keza “Siz, yerde olanlara merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin!”[4] Hadis-i şerifi de açıkça bunu emreder.

Allah’ın isim ve sıfatlarının insanda en çok görülmesi istenen ve beklenenleri ise Kur’an boyunca telkin edilen “rıfk” yani yumuşak huylu olmak, şefkat, rahmet ve merhamet yani acıma, önemseme, ilgilenme ve el uzatma, himaye etme gibi isim ve sıfatlardır. İnsanlara ve hayvanlara verilen en önemli duygulardan biri de işte budur. Bunun sebebi ise birbirimize ve bizden medet bekleyen diğer varlıklara acımak, böylece merhamet uygumuzun uzantısı olarak onlara el uzatmak, kol kanat germek ve yardım etmektir.

İşte sırf bunun için olsa gerektir ki, Müslim’in Ebu Hüreyre (r.a)’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasülullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah’ın yüz rahmeti vardır. Onlardan bir rahmeti ins, cin, hayvanlar ve böcekler arasına indirmiştir, işte onlar bu sebeple birbirine şefkat eder; bu sebeple birbirlerine acırlar. Vahşî, yavrusuna bu sebeple merhamet eder. Allah doksan dokuz rahmeti geriye bırakmıştır. Onlarla kıyamet gününde kullarına rahmet edecektir.”[5]

Bu kadar ayet ve hadise karşı, sırf birilerine olan öfke ve kızgınlıktan dolayı, “acıyanın acınacak duruma düşeceğini” söylemek ve insanların birbirlerine olan merhametini engelleme girişiminde bulunmak, cehalet ve gafletten değilse, bu söz rahmet-i ilahiyi inkâr etmek olacağından, söylenen kişinin, en azından büyük günah işlemiş olduğu açıkça ortadadır.

“Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.” (Bakara, 2/163) Yani dünyada bütün varlıklara acıyan ahirette de mümin kullarına daha çok acıyan ve onları azap etmekten kurtaracak olan demektir.

Bu telkinin yapılmasının esas nedeni ise, (hâşâ) laf olsun diye değil, uyulması içindir:

“Allah’a ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.” (Âl-i İmran, 3/132)

Allaha ve resulüne uymanın bedeli ise ayette belirtildiği gibi, rahmet ve merhamet, onun bedeli de ilahi mükâfat ve cennettir. İnkâr ve isyanın bedelinin neticesi ceza ve cehennem olduğu gibi!

İnsanları yüksek makamlardan verdiği beyanlarla bozmanın ve saptırmanın cezası ise telafisi mümkün olmayan günahlara sokar ve acilen tevbe edilmelidir:

“Kim bir kötülük yapar yahut kendine zulmeder, sonra da Allah’tan bağışlama dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici bulur.” (Nisa, 4/110) Başka bir ayette de şöyle buyrulur:

“Ayetlerimize iman edenler sana geldikleri zaman, de ki: “Selâm olsun size! Rabbiniz kendi üzerine rahmeti (merhameti) yazdı. Şöyle ki: Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de sonra peşinden tövbe eder, kendini düzeltirse (bilmiş olun ki) O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Enam, 6/54)

Bu ayet ve hadisler karşısında, “acıyan acıya uğrar” sözü Allah’a inat söylenmiş bir sözdür. Bunu söyleyen Kur’an’a ve Kur’an’ın sahibine ve onun sevgili Peygamberi Hz. Muhammed’e muhalefet etmiştir yani küfrü gerektiren bir söz söylemiştir. Çünkü Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, sayabildiğim kadarıyla iki yüz kırk bir yerde merhamet sahibi olduğunu ve kullarına acıdığını söylüyor. Bunun amacı ise kullarının da ilahi ahlak ile ahlaklanıp mahlûkata merhametli davranmalarını yani onlara acımalarını öğütlemektir.

Yüce Allah, kitabına başlarken Besmele ile “Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla” diye başlıyor ve hemen arkasından gelen ve yediden yetmiş yediye hepimizin bildiği Fatiha suresinde “(Öyle Allah ki) dünyada bütün mahlûkata, ahirette ise, yalnız müminlere merhamet edendir” diyor. Biz bunu sadece namazlarımızda bile olsa, günde en az kırk kere okuyor ve merhamet etmeyi öğreniyoruz. Ayrıca her vesileyle okuduğumuz Besmele ve Fatiha’yı bilmeden okuyorsak ve ne dediğimizi bilmiyorsak zaten bu ayıp da bize yeter.

Kısacası bu söz iman, insaf ve vicdan sahibi bir insana bile yakışmadığı gibi, bir mümine asla ve kat’a yakışmaz. Böyle bir söz ancak imanını ve insanlığını kaybetmiş, her şeyi paradan puldan ibaret gören maddecilere, materyalistlere ve ahirete inanmayanlara yakışabilir.  


[1] [Müslim, Tevbe 21, (2753).]

[2] [Buhârî, Edep 18, Müslim, Fedâil 65, (2318); Tirmizî, Birr 12, (1912); Ebû Dâvud, Edeb 156, (5218).]

[3] [İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/261.]

[4] [Müsned, 2/220 (6538); Mu’cemü’l-Evsat, 4:42 (3055)]

[5] (Müslim, Tevbe, 17-19 (2752-2753)