Kuranda görmek, yapmak ve inanmak isteyen her şey var; görmek, bilmek, inanmak istemeye ise hiçbir şey yok. Başörtüsü, Nur suresinin 31. Ayeti ile hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıkça farz kılınmıştır. İşte mealen o ayet:
وَقُلْ لِلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ اَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ
“Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar.
وَلَا يُبْدٖينَ زٖينَتَهُنَّ اِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا
(Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, ziynetlerini (ziynet yerlerini) göstermesinler.
وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلٰى جُيُوبِهِنَّ
Başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar. Ziynetlerini, kocalarından yahut babalarından yahut kocalarının babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut erkek kardeşlerinden yahut erkek kardeşlerinin oğullarından yahut kız kardeşlerinin oğullarından yahut Müslüman kadınlardan yahut sahip oldukları kölelerden yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar.
وَتُوبُوا اِلَى اللّٰهِ جَمٖيعًا اَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
“Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!”(Nur, 24/31)
Son cümleye şöyle bir mana da verebiliriz: “Ey Allah’a ve Resulüne inandığı halde kıvıranlar, saptıranlar, “başörtüsü çağdışı bir şeydir; başın dışı değil içi önemlidir” diyenler; “Kur’an’da başörtüsü diye bir şey yoktur” veya “sadece peygamber hanımlarına ait bürokratik şeylerdir” diyenler! Aklınızı başınıza alıp düşünün ve yeniden iman edin; başörtüsünü hafife alıp örtenleri üzmenizden hatta üzmekle kalmayıp toplumdan tecrit etmenizden, yetinmeyip okuyup öğrenme haklarını ellerinden almanızdan ve kâfirlere alet olmanızdan dolayı hepiniz tevbe edin ve Allah’tan mağfiret dileyin! Dileyin ki, sizi belki affeder ve kurtuluşa erersiniz!
Okumasını bilen herkes, azıcık da aklı varsa bu ayette başörtüsünün emredildiğini ve hatta değişik bir meal verdiğimiz ayetin son kısmında, bu tartışmaların yapılacağını, birçok kimselerin de başörtüsü konusunda inkâra düşeceğini anlar da tevbe eder. Ayrıca kadınların, kimlerle hangi şartlarda oturup kalkacağını, konuşup görüşeceğini de anlar. Mesele sadece başörtüsü de değil üstelik. Her şey gayet açık ve açıklamaya da gerek yok!
Ahzab suresinde müminlerin anneleri olan peygamber hanımları yoluyla, mümin kadınların davranış biçimleri ve konuşma adabı belirlenmiştir. İşte ayetler, görmek ve inanmak isteyenlere:
يَا نِسَاءَ النَّبِىِّ لَسْتُنَّ كَاَحَدٍ مِنَ النِّسَاءِ
“Ey Peygamber’in hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.”
اِنِ اتَّقَيْتُنَّ فَلَا تَخْضَعْنَ بِالْقَوْلِ فَيَطْمَعَ الَّذٖى فٖى قَلْبِهِ مَرَضٌ
“Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınıyorsanız (erkeklerle konuşurken) sözü yumuşak bir eda ile söylemeyin ki kalbinde hastalık (kötü niyet) olan kimse ümide kapılmasın.”
وَقُلْنَ قَوْلًا مَعْرُوفًا“Güzel (ve doğru) söz söyleyin.”(Ahzâb, 33/32)
وَقَرْنَ فٖى بُيُوتِكُنَّ وَلَا تَبَرَّجْنَ تَبَرُّجَ الْجَاهِلِيَّةِ الْاُولٰى
“Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın.
وَاَقِمْنَ الصَّلٰوةَ وَاٰتٖينَ الزَّكٰوةَ وَاَطِعْنَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ
“Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resulüne itaat edin.
اِنَّمَا يُرٖيدُ اللّٰهُ لِيُذْهِبَ عَنْكُمُ الرِّجْسَ اَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهٖيرًا
“Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzâb, 33/33)
يَا اَيُّهَا النَّبِىُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنٖينَ يُدْنٖينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَابٖيبِهِنَّ
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle, bedenlerini örtecek elbiselerini giysinler.
ذٰلِكَ اَدْنٰى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَحٖيمًا
“Bu, onların tanınıp incitilmemelerine de daha uygundur. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”(Ahzâb, 33/59)
Bu üç ayet, Peygamber Efendimizin eşlerine hitap ediyor olabilir. Ancak onlar müminlerin anneleri olduğu ve onlar hakkında kimsenin aklına bir şey gelmesi mümkün olmadığı halde, diğer kadınlara da aynı huşular neden emredilmesin! Üstelik herkes her şeyi düşünebilir ve her söze açık bir haldeyken! Ayrıca son ayette yani 59. Ayette “Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle…” Emriyle, de ayetin genel olduğunda şüphe yoktur. Müminlerin kadınları da örtünmenin bütün şekline ve efendimizin eşlerine giydirdiği kılık kıyafete riayet etmelidirler. Peygamberimizin eşleri açık seçik giyiniyorlar idiyse mümin kadınlar da giyinsinler, ama değilse ki değil; o halde herkes namaz oruç vs. gibi ibadetlerde Peygamberimizi ve eşlerini hatta sahabeyi örnek aldığımız gibi, kılık kıyafet ve giyim kuşamda da onları örnek almak durumundayız.
Bu ayetlerde görüldüğü gibi, görüşme, konuşma, dışarı çıkarken giyilecek elbise ve gereksiz dışarı çıkmama gibi hususlar, hassasiyet açısından, bizzat Allah tarafından belirlenmiştir. Müminler annelerine benzer ve benzemelidirler. Kötü kadınlara benzemek ve onlara özenmek yerine peygamber eşlerine benzemek gerekmez mi? Size göre gerekmiyorsa, yapmayın! Ancak kıyamet gününü, hesabı, kitabı ve dünyanın, süsü ziyneti, parası pulu, gösterişi ile de bir imtihan yurdu ve zevk ve lezzetlerin, nefisimize hoş gelen şeylerin hemen hepsinin de birer imtihan unsuru olduğunu unutmayın lütfen!
Bu ayetler, göz önüne alınıp azıcık da düşünülürse hiçbir itiraza yer kalmaz. Keza Rasülullah efendimizin eşleri bizim annelerimizdir. Annelerimize emredilen bize de emredilmiştir. Onların anne olduğu halde namus garantisi varken örtünmeleri emredilmişse, bizim hiçbir güvencemiz olmadığı halde neden emredilip sakınmamız istenmesin. Demek ki bu konudaki itirazlar, laf kalabalığı ve diyalektikten başka bir şey değildir. Bu ayetleri ve ayetlerde emredilen huşuları inkâr ederek insanları saptıranlara, Kuran diliyle; “Leküm dînüküm veliyedin!” demekten başka çaremiz kalmıyor!
Evet, bu da bir imtihan unsuruydu. Demek ki, bütünlemeye kalanlar veya sınavdan atılanlar da olacaktır!
Dört mezhepten Hanefi mezhebinin kurucusu olan İmam-ı Azam, “ben mezhep kuruyorum” diye çıkmadığı gibi, İslam’ı şehirli hayatına ve yaşantısına göre yorumlamış ve formüle etmiştir. Şafii mezhebinin kurucusu imam Şâfiî de, daha az şehirli olan kesimlere göre yorumlamıştır. Maliki ve Hanbeli mezhepleri de daha çok Arap yarımadasına göre ve onların şartlarına göre yorumlanmıştır.
İtikadî mezhebimiz olan Maturidî mezhebi daha akılcı yorumlar yapmış, Eş’arî ise biraz daha nakle önem vermiş, bazı konularda Arap yarımadası şartlarından çıkamamıştır. Ancak bunlar en doğru görüşlere sahip olan mezhepler olarak ün yapmış ve kabul görmüştür. Yeni bir itikâdî sistem geliştirmek ihtiyacı yoktur ve mümkün de değildir. Zaten eksik bir şey yok ki ortada. Böyle bir ihtiyaç olmadığına ve gerek de olmadığına göre neyi değiştirecek, neden mevcut olandan vazgeçeceksiniz!
Diğer soruları, hem zamanla cevapladığımız hem de kitap içindeki bilgilerin gidişatından vereceğimiz cevaplar anlaşılacağı için bu kadarla yetiniyoruz. Zaten içkinin adı ne olursa olsun, ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, sarhoş ettikten sonra haram olduğunu bilmeyen yok, faizin de öyle… Burada bazıları, “peki, azıcık ve derde derman için içilse ne olur” gibi, laubali şekilde bir soru soruyorlar. Peygamberimiz (s.a.v), bu soruya kendisine sorulduğu için cevap verip “şarabın kendisinin bir hastalık olduğunu” ve onda şifa olmadığını belirtmiştir. Yine “Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır” buyurarak, bütün uyuşturucu ve sarhoş edici şeylerin haram olduğunu beyan ederek, bu konuya da nokta koymuştur. Bir içki türü, bir küp içildiği zaman sarhoşluk veriyorsa bir damlasını da içmek haramdır.